Anasayfa

AHİLİK TEŞKİLATI

7 years ago
Fırat Üniversitesi

Giriş

Ahilik, ilk olarak Anadolu’da görülmeye başlanan, daha sonra da Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli bir rol oynayan bir teşkilattır. Ahilik, Anadolu halkının sanat, ekonomi ve sosyal düzenine yön veren bir teşkilat olmasıyla da bilinen bir kurumdur.  Bu teşkilata bir nevi sivil toplum kuruluşu da diyebiliriz. Bunun nedeni toplumda birliği, refahı, toplum düzenini sağlaması ve halkın maddi, manevi ihtiyaçlarını karşılamasıdır. Bu yazacağımız makalede Ahilik Teşkilatı’nın ne olduğundan, kökenlerinden, kuruluşundan bahsedeceğiz. Ayrıca, Ahilik ile Fütüvvet arasındaki ilişkiden ve Osmanlı Devleti’nde Ahilik Teşkilatı’ndan yola çıkarak Osman Bey’in Ahilerle münasebeti konularına da değineceğiz.

Ahiliğin Kelime Anlamı ve Kökenleri

Arapça kardeş demek olan “ahi” kelimesi Türkçenin önemli kaynaklarından biri olan Divan-ı Lügati’t-Türk’de “akı” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Kelimenin sözlük anlamı cömert, yardımsever ve eli açık anlamlarına gelmektedir.[1] Ahi kelimesi terim olarak XIII. yüzyılda Anadolu’da, Balkanlar’da, Kırım’da Türkler tarafından kurulan esnaf, sanatkâr ve üretici (sanayi) birlikleri ile bu birliklerin uyguladıkları ahlaki, siyasi, iktisadi, felsefi duygu ve prensipler anlamına gelmektedir. Teşkilat anlamında ahilik ise; Anadolu’da birliği, refahı, toplum düzenini sağlayan ve halkın maddi, manevi tüm ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda teşkilatlanan bir toplum kuruluşudur.[2]

Bu kurumun Sufilik ve Bâtınilik ile İhvan üs-Safa ile Melamilik ve Masonlukla ilişkisi bulunduğu hakkında iddialar ortaya konmuşsa da bunlardan en çok üzerinde durulanı Fütüvvetle ve Tasavvuf ile olan ilişkisidir.[3]

Batılı oryantalistler, bugüne kadar yaptıkları araştırmalarda Ahiliğin kökenlerini, doğuda özellikle Araplar arasında gelişmiş olan Fütüvvet örgütüne dayarlar. Fakat yine de Ahiliğin, Fütüvvetten bir hayli değişik olduğuna ve Anadolu Türklerinin Ahiliği, bu bölgede geliştirmelerinde yani Anadolu Türklerine özgü bir kuruluş olduğunda birleşmektedirler. Gerçekten Ahi töre ve törenlerini, örgüte giriş kurallarını kapsayan Ahi yönetmeliği niteliğindeki eserlere son zamanlara kadar “Fütüvvet name” adı verilmiştir.[4]

Ahilik Teşkilatı’nın kurulmasında Fütüvvet Teşkilatı’nın önemli tesiri olduğunu söylemiştik. Çünkü İslam’ın ilk asrından itibaren görülmeye başlayan Fütüvvet Teşkilatı içinde hicri III. Yüzyıldan itibaren esnaf birlikleri ortaya çıkmıştır.[5]

Neşet Çağatay ve Mikail Bayram Ahiliğin Anadolu’da kurulmuş, Türklere mahsus bir kurum olduğunu iddia ederlerken, Ahmet Yaşar Ocak tarihi ve sosyolojik gerçeklerin bu görüşe ters olduğunu ifade etmektedir.[6]

Ahiliğin Amacı ve İlkeleri

Ahiliğin ilk amacı, anayurtlarından kopup gelerek yerli halkının başka dilde konuştuğu, başka dine inandığı, başka gelenek ve göreneklere bağlı bulunduğu yeni yurtlarında yani Anadolu’da kendi sanat ve ticaretlerine yeni bir yaşam alanı açma çabasıdır. Bunu yapmak için önce bütün esnaf ve sanatkârları tek bir örgüt içinde toplamak gerekiyordu. Sonra bu birleştirilmiş topluluğun üyeleri olan esnaf ve sanatkârlar, ahlaki, meslek ve askeri bir eğitimden geçirilmeli idi. Ahilerde ana ilke üyeleri sanat ve meslek içinde eğitmek, yetiştirmek olduğundan Ahiliğe girenlere önlük ya da kuşak kuşatılırdı. Ahilik yolunda bilgi, ahlak, saygı ve zenginlik bakımlarından çok yücelmiş kişilere bazı unvanlar verilirdi. Bu kişiler bundan sonra hep bu unvanlarla anılırlardı. Örneğin; Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’ın adı Mahmut olduğu halde kendisine başka bir lakap verilmişti. Ahiliğe giren Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi de başka bir lakap kullanmıştır. Yalnız, tüccar, esnaf ve sanatkârlar değil bilim adamları hükümdarlar da bu topluluğa girebilirlerdi. Bir meslek ya da sanatı olmayan, halkın sırtından geçinenler Ahiliğe alınmazlardı.[7]

Ahiliğin öğreti ve uygulamasındaki bir diğer amaç da özellikle zanaatkârların ve ticaret erbabının Fütüvvet ahlakıyla bilinçlendirilmeleri ve onu yaşamalarıdır. Dolayısıyla Ahi toplulukları birbirine gaye ve faaliyet yolu ile bağlı belirli bir fikri birikime bağlı insanların oluşturduğu cemaatlerdir. Başka bir deyişle ticarette beraberlik, cemaat ortaklığı, esnafı yükseltme esastı. Nitekim bozuk veya sakat mal satanlar meslekten çıkarılırlardı.[8]

Ahi Fütüvvet namelerinde esnaf ve sanatkârlar yanında meslek erbabından olarak şunlar sayılıyor: müderrisler, öğretmenler, kadılar, hatipler, türlü bilim dalında uğraşan bilginler, hükümdarlar, emirler ve benzeri kişiler. Ahiliğin tekke ve türbelerde el açıp halkın kutsal duygularını sömürerek onların sırtından bedava geçinen tarikatçılardan ayrıcalığı buradadır. Bunlar, halkı daha rahat sömürebilmek için var güçleri ile bilime, okumaya, her tür yeniliklere karşıdırlar. Ahiler ise halka sanat, meslek, genel bilgi öğretmek için var güçleri ile çalışırlar. Tarikatçılar ile Ahiler arasındaki en önemli fark da budur.[9]

Ahilik ile Fütüvvet

İbn-i Battuta’nın seyahatnamesinde Ahilik ilk sıralarda, özellikle XIII. yüzyıl başında Selçuklular Dönemi’nde İslam Dünyası’nda ün salmış bir kuruluşun yani Fütüvvet’in Anadolu’daki bir uzantısı sayıldı. Ayrıca İbn Battuta Ahilerin Hazret-i Ali’ye kadar giden pirleri olup Fütüvvete tabi olduklarını özel bir libas giydiklerini belirtir.[10] Ahiliğin, Fütüvvet’ten ayrı özelliklerinin bulunduğunu kabul edenler de Ahiliğin, İran’dan ya da Suriye’den örnek alındığını, onlardan esinlenilerek oluşturulduğunu iddia etmektedirler. Oysaki içeriği bakımından Fütüvvet ile bazı benzerlikleri olmasına rağmen Ahilik, Türk konukseverliğinin, yardımseverliğinin sanat ve meslekle bütünleşmiş bir ürünüdür.[11] Ayrıca İbn Battuta kendisini misafir eden bu Ahilere Anadolu’nun Türkmen yurdunda her bölgede şehir veya köyde rastlanabileceğini belirtir. Dünyanın hiçbir köşesinde, yabancılara yakınlık göstermekte, onların yiyecek veya başka ihtiyaçlarını karşılamakta, zorbaların ve onlara katılan serserilerin zulümlerini önlemekte, hatta onları ortadan kaldırmakta gösterdikleri ciddi çabaları bakımından onlarla kıyaslanabilecek kimsenin olmadığını da belirtir. Onların dilinde Ahi şöyle bir kimsedir: Ahi kendi sanatında çalışanları, evli olmayan gençleri ve bekâr kalmayı seçmiş olanları bir araya toplayıp onların önderi olmayı kabul edendir. Buna Fütüvvet de denir. Ahi bir zaviye inşa eder, onu halı kandiller ve başka gerekli olan eşyalarla döşer.[12]

Fütüvvet ülküsü İslam’ın yayılmasına paralel olarak Suriye, Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısırda esnaf ve sanatkârlar arasında yaygın olduğu bilinmektedir. Türkler İslamiyet’i kabul etmeleri ve Anadolu’ya yerleşmelerinden itibaren Fütüvvet ülküsünü benimseyip kendilerine özel yiğitlik, cömertlik ve kahramanlık vasıflarıyla süslemişlerdir. Bununla birlikte Ahiliğin temel belirleyicisi olan İslami-Tasavvufi düşünüş ve yaşayış her devirde ve bölgede geçerliliğini korumuştur. Abbasi Halifesi Nasır-Lidinillah, siyasi ve sosyal durumu giderek bozulan devletin otoritesinin yeniden kurulmasında ve içtimai huzurun sağlanmasında Fütüvvet birliklerinin önemli rol oynayacağını düşünmüş ve bu teşekkülleri siyasi otoriteye sağlamada başarılı olmuştur. Halife Nasır bu birlikleri tekrar teşkilatlandırırken Fütüvvet name’lerde bu biriliklerin ilke ve kaidelerini tanzim etmiş, diğer Müslüman hükümdarlara da elçi ve fermanlar gönderip onları Fütüvvet Teşkilatı’na girmeye davet etmiştir. [13]

Nasır Lidinillah Fütüvvetçilik törenleri yoluyla devlet içerindeki güvensizliği önleme çabasına girmiş ve komşu Müslüman hükümdarları da bu yolla Halifelik yetkisi ile kendisine zararsız bir duruma getirmeye çalışmış, bunda da bir ölçüde başarı kazanmıştır. Bütün bunlar, Anadolu’da Türkler arasında ahlak, sanat ve konukseverliğin bir karışımı olarak kurulmuş, toplumun sosyo-ekonomik yapısında, askeri alanda etkili olmuş ve çok önemli bir rol oynamış olan Ahiliğin tamamen Türk’e özgü bir kuruluş olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.[14]

Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu ve Ahi Zaviyeleri

Anadolu’da Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’dır. Asıl adı Şeyh Nasırüddin Mahmud Ahi Evran b. Ahmed olan Ahi Evran, Asya içlerinden Anadolu’ya gelen mutasavvıflardan biridir. Denizli, Konya ve Kayseri’de bir süre kaldıktan sonra Anadolu’da birçok şehir ve kasabayı gezerek Ahilik Teşkilatı’nın kurulması ve yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Daha sonra Kırşehir’e yerleşen ve burada ölen Ahi Evran aynı zamanda debbağ sınıfının piri olarak Osmanlı Devleti döneminde esnaf zümresi arasında itibar kazanmıştır. Ahi Evran Türk esnaf ve sanatkârlarını cömertlik, ahlak, yardımseverlik ve konukseverlik prensipleri etrafında birleştirip teşkilatlandırmıştır. Anadolu’da debbağların sonra da 32 esnaf teşkilatının piri kabul edilmiştir.[15]

Ahi Evran gençliğinde Ahmet Yesevi’nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, o dönemin mutasavvıflarının buluşma yeri olan Bağdat’a gitmeye karar verir. Bağdat’a gitmeden önce Hac farizasını yerine getirir sonra dönüş yolunda kayınpederi ile tanışır. Büyük üstat sayesinde halife Nasır Li-dinillah ile tanıştırılan Ahi Evran, Halifenin kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’na girer. Ahi Evran Bağdat’da iken, Fütüvvet Teşkilatı’nın ileri gelenleri ile tanışarak onlardan yararlanmıştır. Ahi Evran Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Tasavvuf kitapları yazmıştır. Ayrıca Felsefe, Tıp ve Kimya alanlarında da bilgi sahibi olan Ahi Evran bir ilim adamı ve filozoftur.[16]

Ahi Evran aynı zamanda Baba İshak çevresinde toplanan ve Babailer denen Türkmen ayaklanmaları ile de ilgili idi. Anadolu’da Ahi Teşkilatı adına birleşen ve ekonomiye, ticarete çeki düzen veren Türkmenler Baba İshak’ın dini ve politik fikirlerini benimsemişlerdi. Bunlar, babasını zehirletip öldürerek Selçuklu tahtına çıkan büyük şehzade II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i beceriksizliği dolayısıyla beğenmiyorlardı.[17]

İlk Ahilerin yerleştiği yerin İran olduğu söylenmektedir. Bunların İranlı olmadığına dair hiçbir işaret yoktur. Selçukluların ilk fetih yıllarında ölen Ahi Farac’ın Türk olması imkânsız değildir. Fakat bu ihtimalin gerçek olma payı çok azdır. Çıkış yerleri Kuzey Batı İran olsa da, Ahilerin küçük Asya Türkleri arasında gelişip yayılmaları, İran’ın bu bölgesinde çok sayıda Türk’ün yaşamış olmasıyla ve Türk olsun, İranlı olsun bu ülkeden Küçük Asya’ya yapılan göçlerin devamlılığıyla açıklanabilir.[18]

Ahilik Teşkilatı’nın başlangıcının Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev Dönemi’nde olduğunu söyleyenler vardır. Hatta dönemin Abbasi Halifesi Nasır’ın bu teşkilatı teşvik etmesi dolayısıyla ona da bağlamak düşüncesini ortaya sürenler de vardır. Ancak asıl üzerinde durulması lazım gelen mesele, Ön Asya ve Anadolu’ya birçok yenilikler getiren Türker’in, devletin ve sosyal yapının temel direği durumundaki ordu disiplinli bu teşkilatı Türkistan’dan Anadolu’ya vatan tutmaya gelirlerken getirmiş olmalarıdır. Zira Türklerden önce Ön Asya ve Anadolu’da bu şekilde bir müessese mevcut değildi. Teşkilatın bünyesinde gençlerden müteşekkil “yiğitler” ve onların başları durumundaki “Yiğit-Başı” bu müessesenin askeri hüviyetini açıklamaya yeterlidir. Usta, kalfa, çırak ilişkileri başlı başına bir eğitim öğretim yapısına sahiptir. Ayrıca belirli disiplin ve dayanışma geçerlidir. [19]

Anadolu’da Ahilik, tarihi olayları geliştirdiği zorunluluklar sonucu ortaya çıkmış ve bu bölgede sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel dengenin sağlanması amacı ile gelişip, büyümüştür.[20]

Anadolu’da hızla yayılan bu teşkilatın mensuplarının, şehirlerde olduğu gibi köylerde ve uç bölgelerde de büyük bir güce sahip oldukları bilinmektedir. Anadolu’da bilhassa XIII. yüzyılda devlet otoritesinin de zayıfladığı bir dönemde şehir hayatında yalnızca ekonomik değil siyasi açıdan da önemli faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Ahiler bağımsız bir siyasi güç olmamakla birlikte, zaman zaman merkezi otoritenin zayıfladığı, anarşi ve kargaşanın arttığı dönemlerde siyasi ve askeri güçlerini göstermişlerdir. Önemli görevler üstlenmişlerdir. Özellikle Moğol İstilası sırasında Ahi birliklerinin, mahalli otorite olarak şehirlerin yönetimine hâkim oldukları bilinmektedir.[21]

Asya’dan gelme sanatkâr ve tüccar Türker’in yerli tüccar ve sanatkârlar karşısında etkili olabilmeleri, onlarla yarışabilmeleri ancak aralarında bir örgüt kurarak dayanışma sağlamaları ve bu yolla iyi, sağlam mallar yapıp satmaları ile mümkün olabilirdi. İşte bu zorunluluk, dini ve ahlaki kuralları Fütüvvet namelerde zaten mevcut olan bir esnaf ve sanatkârlar dayanışma ve kontrol örgütünün yani Ahiliğin kurulması sonucunu ortaya çıkardı. Bu esnaf ve sanatkârlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi İran’da konakladıkları yıllarda belki orada aynı sosyo-ekonomik zorluklarla aynı ya da benzeri bir örgüt kurmuş olabilirler. Anadolu’da Ahiliğin bu Moğol saldırısından ve bunun sebep olduğu Anadolu’ya Türk göçlerinin başlamasından hemen sonra kurulması ve daha önce, Fütüvvetin eskiden beri yaygın olduğu öteki İslam ülkelerinde böyle bir kurumun veya benzerinin bulunmayışı, bu görüşü kuvvetle destekler. Öte yandan deri işçilerinin ve Ahiliğin piri Ahi Evran’ın Anadolu’ya gelişi de bu sıralardadır.[22]

1220’lerde başlayan Moğol İstilası nedeniyle bazı esnaf ve sanatkâr olan on binlerce insan Maveraünnehir, Horasan ve İran gibi bölgelerden ayrılıp güvenli bir yer olan Anadolu’ya geldiler. Bu kalabalık ve sürekli göçlerle gelen esnaf ve sanatkârlar birleşerek kendilerini ve kendilerinden sonra gelecek olanların rahat yaşamalarını temin için tezgâh ve atölyelerini kurdular. Buna bağlı olarak da birer konuk evi mahiyetinde olan, geceleri toplantı yeri olarak da kullanılan Ahi Zaviyeleri’ni inşa ettiler.[23]

Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya başlanan ve Osmanlı Dönemi’nde de yapımı süren, gelen geçen yolculara bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden misafir evleriydi.[24]

Ömer Lütfi Barkan’a göre Anadolu’da bulunan zaviyelerin çoğu Osmanlılardan önceki beyliklerin himaye ve nişanlarıyla kurulmuş olan Ahi Zaviyeleri’dir. Bu Ahiler ile şeyhler mevcut hak ve ayrıcalıklarını “ayende ve revendeye” hizmet etmek karşılığında elde etmişlerdir. Bu Ahi Zaviyeleri’ne Saruhan, Menteşe, Amasya ve Tokat gibi yerlerde oldukça sık rastlanmaktadır. Arşiv belgelerinden tespit olunduğu üzere Eskişehir ve çevresinde de 20 civarında Ahi Zaviyesi mevcuttur.[25]

XIV. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya gelen İbn-i Battuta, Ahiler hakkında bilgiler verip, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde kurulan, Ahi Zaviyelerinden bahsetmektedir.[26]

 

 

Ahi Zaviyelerinin Faaliyetleri

Ahiliğin kurum olarak en belirgin özellikleri; konukseverlik, yardımseverlik, bir sanat ya da meslek sahibi olmak, üyelerini gündüz atölyelerde iş başında, geceleri Ahi Zaviyelerinde sosyal ve ahlaki yönden eğitmektir.[27]

Ahi Zaviyeleri gelip giden misafirlerin ağırlandığı, büyük şölenlerin verildiği, müzikli toplantıların yapıldığı yerler olarak milli kültürün oluşması açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu Zaviyelerde usta hoca Ahiler tarafından gençlere, sürek avına çıkmak, kılıç, ok ve kalkan kullanmak, ata binmek gibi şeyler öğretilmekte idi. İslam’ın şartları ile Fütüvvet esaslarının ve belirli ahlak kurallarının öğretildiği bu Zaviyelere, bütün bu kuralları uygulayabilenler alınmakta idi. Ayrıca Ahilerin bir sanat ya da bir meslek sahibi olması gerekiyor, Ahiliğe ancak bu şartla katılmak mümkün olunabiliyordu.[28]

Anadolu’da Ahi Zaviyeleri daha çok Orta Anadolu Şehir ve kasabalarında yoğunlaştıysa da başka bölgelerdeki şehirlerde de kurulmuş ve faaliyetlerine devam etmişlerdir. Esnaf ve sanatkârların dernekleri olan bu mekânlar tasavvufi kültürle beraber üyeleri arasındaki sevgi ve dayanışmayı da sağlamışlardır. Bundan sonra da siyasi ve ticari hayata yön vermişlerdir. Ahi Zaviyelerine mensup sanat erbabı kişiler gündüz kendi mesleklerinde çalışırlar, kazançlarının bir kısmını bakmakla yükümlü oldukları kişilere harcarlar, diğer bir kısmını ise Zaviye için getirir, oradaki başkanına teslim ederlerdi. Özellikle genç Ahilerin çoğunluğu Zaviyede toplanan paralarla o akşam için yemek hazırlamak üzere zaviyede toplanırdı. Gelen misafirlerle birlikte topluca akşam yemeği yenirdi. Muallim Ahiler eğitmeleri için yanlarına verilen gençlere namaz ve oruç gibi İslami bilgiler ile Ahilerin prensip ve edep kaidelerini öğretirlerdi. Mesela; Ankara’da bulunan Ahi Yakup Zaviyesi’ne tedris şartı ile bostan öşrü verilmesi bu kurumlarda eğitime verilen önemi göstermektedir. Ahi Zaviyelerine meslek mensuplarından başka kadı, vaiz, müderris, hatip, emir ve beğ gibi değişik mevkilerden insanlarda katılmışlardır. Battuta’nın eserinde de bu konuya dair bilgiler mevcuttur. Anadolu’daki seyahati sırasında, Konya’da şehrin kadısı İbn Kalem Şah’ın Zaviyesine misafir olan Battuta, bu kişinin bir Ahi olduğunu ve Zaviyesinin de en büyük Zaviyelerden biri olduğunu söylemektedir. Seyahatin devamında Niğde’ye ve Kayseri’ye de uğrayan Battuta, Niğde’de üç gün kaldıklarını ve burada “emir” olan Ahi Çaruk’un Zaviyesi’nde ağırlandıklarını, Kayseri’de de ünlü bir “beğ” olan Ahi Emir Ali’nin Zaviyesi’nde kaldıklarını belirtmiştir.[29]

 

Osmanlı Devleti’nde Ahilik

Anadolu Selçuklu ve beylikler zamanında Ahilerin sosyal ve siyasi bakımdan ne kadar etkili olduklarını gördük. Ahilerin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki etkisini izah edebilmek için Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen Osman Gazi ile O’nun silah arkadaşları ve kayınbabası Şeyh Edebali’nin Ahilerle olan ilişkilerinin tespit edilmesi gerekmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi Ahi Evran’ın Kırşehir’de merkezileştirdiği Ahilik Teşkilatı’na mensup olan, Ahi Edebali Söğüt’e gönderilerek kendisine burada bir zaviye kurdurulmuştur. Şeyh Edebali’nin Söğüt’e gelmeden önce Kırşehir’de bulunduğundan emin olmamız gerekir. Aksi halde Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli hizmetleri geçen Ahilerin, bu tutumlarını izah etmek bizim için zor bir hale gelebilir.[30]

Osman Bey’in faaliyeti sırasında Anadolu’da Babailik ve Ahilik olarak iki önemli tarikat vardı. Ahi reislerinden olup Eskişehir civarında İtburnu mevkiinde tekkesi olan Şeyh Edebalı o halkın en itibarlı ve sözü geçen ulu kişilerindendi. Gazi Osman Bey, Şeyh Edebalı’nın kızı ile evlenerek, Ahilerin gücünden istifade etmişti. Nitekim bazı Ahiler Osmanlı Devleti’nin kurulmasında ve büyümesinde önemli rol oynamışlardır.[31]

Osmanlılar Ahileri, “şehir ahileri” olarak bazı yerlere atadıklarını görüyoruz. I. Murat’ın düzenlediği bir vakfiyede bu Osmanlı hükümdarının, Ahilerden “şed-kuşak” kuşandığı ve kendisi de hısımlarından Seydi Sultan’ın kızı ile evlendirdiği Ahi Musa’ya eliyle kuşak kuşatıp Malkara’ya Ahi atadığı ve O’na Malkara’da sınırları ve şartları vakfiyede yazılı bir parça yer vakfettiği, eğer Ahi Musa’dan sonra buraya başka bir Ahi atanırsa aynı şartlarda vakfiyede yazılı yerlere O’nun tasarruf edeceği kayıtlıdır.[32]

Uc toplumunda Osman Gazi’nin manevi destekçisi, hukuki ve sosyal hayatı düzenleyici olarak bu Ahileri görmekteyiz. Osman bir bölgeyi ele geçirdikten sonra bu ülkeyi nasıl nizama sokacağını Ahilerden sormaktadır. Ahiler İslam hukukunu ve İslam kurumlarını bilen insanlardır. Buna bağlı olarak Osman Gazi’yi yönlendirmişlerdir. İlk Osmanlı Beyleri Osman ve Orhan tarafından Ahilere verilmiş birçok vakıf, köy ve çiftlikler tahrir defterleri kayıtlarıyla bize kadar gelmiştir. Bu dönemde vakıfları büyük bir kısmı Ahilere verilmiştir. Bu kayıtlarda daha bu zamanda Türkmenlerin köylere yerleştiklerini biliyoruz. Köye yerleşen bir gurubun İslam kurallarına göre yaşamlarını düzenlemek için bir köy imamına yan bir din adamına ihtiyaç vardı. Böylece Ahilerin en aşağı kademede olanları bu din adamlarıdır.[33]

Ahiliğin yükseliş dönemi olan on dördüncü yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu dolaşmış olan İbn Battuta seyahatnamesinde “Ahiyyat ül-fityan” olarak isimlendirdiği Ahilerin gündüzleri çalışıp ikindiden sonra da kazançlarını Ahi babaya getirdiklerini ve zaviyede bir arada yemek yediklerini, Kur’an okuduklarını zorbaları ve zalimleri yola getirdiklerini hatta ortadan kaldırdıklarını söyler. Osmanlıların merkezi yönetimi güçlendiği oranda Ahilerin bu tür etkileri azaldı. On yedinci yüzyıldan sonra Ahilik Lonca teşkilatı biçimine dönüşmeye başladı. Ahi terimlerinin yerlerini “usta”lık “gedik” gibi kelimeler aldı. Cemaate bağlanmak için esnaf sanatkâr ya da bir meslek mensubu olmak gerektiği gibi, Loncaya girmemiş ve gediği olmayan kişiler de sanat ve ticaretle uğraşamaz oldu.[34]

Ahi Teşkilatı XVI. yüzyıl sonlarına doğru bir gerileme dönemine girmiştir.[35] Bu yıllarda kapitülasyonların verdiği imkânla Batı sanayi ürünleri Anadolu pazarlarına girdi. Bir yandan hammadde sıkıntısı çeken, diğer yandan da ürettiği mala alıcı bulamayan Müslüman Türk esnafı giderek artan bir ekonomik bunalıma girmiştir. Bu bunalımda esnaf arasına iki ayrı gurup girmiştir. Bunlardan biri sermaye sahipleri diğeri ise kendilerine esnaflık yapma hakkı verilen askerler ve köylülerdir. Loncalaşmış olan Ahi birlikleri, köyden şehre yapılan göçlere karşı çıkmış, ancak bu göçe hükümet de engel olamamıştır. Diğer yandan Osmanlı ekonomisinin zayıflamasının bir sonucu olarak yeniçeri ve sipahiler sanat hayatına el atmışlar, bir fermanla esnaflık haklarını da almışlardır. Esnaflar arasına bu gurupların katılması, onların Ahi ahlak kaidelerine uymayan bir üretim ve ticaret hayatı geliştirmeleri Ahi birliklerinin gücünü yitirmesinde etkili olmuştur. Bu çözülme ile Ahi birlikleri gedikler haline dönüşmüştür. Gedik[36]tekel ve imtiyaz anlamına gelmektedir. Sahiplerinin yapabileceği işi başkalarının işleyememesi şartıyla hükümetçe verilen beratın içinde yazılı hakların kullanılması ve yürütülmesidir. Bu tür esnaflık ve sanatkârlık 1860’a kadar sürmüştür. Kırım Savaşı’ndan sonra yayınlanan Islahat Fermanı ile Osmanlı İmparatorluğu’na tabi olanların hepsine her türlü ticaret, sanat ve meslekleri uygulayabilme özgürlüğü verilince bütün gedik beratları sona ermiştir. Loncalar ise 1912’de çıkarılan bir kanunla ortadan kalkmıştır.[37]

Sonuç

Osmanlı Beyliği’nin ilk yöneticilerinin çoğunun Ahi olduğu bilinmektedir. Buna bağlı olarak Ahilerin Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıklarını biliyoruz. Ayrıca Ahiler Anadolu’da Türk-İslam medeniyetinin oluşturulmasında da etkili olmuşlardır. Anadolu’da kurulan Ahi Zaviyeleri’nde gelip giden misafirlerin ağırlanması, büyük şölenlerin verilmesi gibi etkinlikler milli kültürün oluşması açısından büyük önem taşımaktadır. Ahilerin kurduğu esnaf ve sanatkârlar birliklerinin ekonomik ve sosyal içerikli ana kurallar, daha sonraları bu alanda hazırlanan yasaların ve yönetmeliklerin temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

 

BİBLİYOGRAFYA

 

 

Kitaplar

ÇAĞATAY, Neşet, Ahilik Nedir, Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü Araştırma Dairesi Yayınları, Ankara, 1990.

__________, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya,1981.

DEMİR, Galip, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim vakfı Yayınları, Konya, 1981.

İNALCIK, Halil, Devlet-i Aliye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009.

ÖZBİLGEN, Erol, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. I., Türk Tarih Kurumu Yayınları,Ankara, 2008.

Makaleler

 

CAHEN, Claude, “İlk Ahiler Hakkında”, Belleten, çev. Mürsel Öztürk, c.50, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1986, s.591-601.

ÇAĞATAY, Neşet, “Anadolu’da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahi Evren”, Belleten,c.46, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982, s.423-436.

GİESE, Friedriche, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Meselesi”, Söğütten İstanbul’a, der. Oktay Özel-Mehmet Öz, İmge Kitabevi, Ankara, 2005, s.149-175.

 

KAFALI, Mustafa, “Osman Gazi’nin Ataları ve Ahilik”, Uluslar arası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya, 2000, s.17-21.

KAZICI, Ziya, “Ahilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.I, İstanbul,1988, s.540-541.

MELİKOFF, Irenee, “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, Osmanlı Beyliği, çev. Gül

 

Çağalı Güven, İsmail Yerguz, Tülin Altınova, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 49, İstanbul, 1997,s. 149-227.

 

 

TOPAL, Mehmet-Kamil Çolak, “Osmanlı Devleti’nde Ahi Zaviyeleri”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s. 403-433.

 

ÜLGEN, Erol, “Ahilik”, Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.25-25.

 


* Yasemin Avcı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, I. Sınıf, İ.Ö., 211810 numaralı öğrencisi.

[1] E. Ülgen, “Ahilik”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.I, İstanbul, 1996, s.24-25.

[2] G. Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ankara, 2000, s.323.

[3] N. Çağatay, “Anadolu’da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahi Evren”, Belleten, c.46, Ankara, 1982, s.423-436.

[4] N. Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Konya, 1981, s.3.

[5] Z.  Kazıcı, “Ahilik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.I, İstanbul, 1988, s.540-541.

[6] M. Topal, K. Çolak, “Osmanlı Devleti’nde Ahi Zaviyeleri”, Osmanlı, c.I, Ankara, 1999, s. 403-408.

[7] N. Çağatay, Ahilik Nedir, Ankara, 1990, s.32.

[8] E. Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Adab-ı Osmaniye, İstanbul, 2004, s.547.

[9] Çağatay, Ahilik Nedir, s.32.

[10] H. İnalcık, Devlet-i Aliye, İstanbul, 2009, s.38.

[11] Çağatay, Ahilik Nedir, s 21.

[12] İnalcık, Devlet-i Aliye, s.37.

[13] Kazıcı, “Ahilik”, s.540.

[14] Çağatay, “Anadolu’da Ahilik…”, s. 428.

[15] Ülgen, “Ahilik”, s.24.

[16] Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu…, s.348.

[17] Çağatay, “Anadolu’da Ahilik…”, s.433.

[18] Claude Cahen, “İlk Ahiler Hakkında”, Belleten, çev. Mürsel Öztürk, c. 50, Ankara, 1986, s.591-601.

[19] M. Kafalı, “Osman Gazi’nin Ataları ve Ahilik”, Uluslar arası Kuruluşunun 700. Yıldönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Konya, 2000, s.18-21.

[20] Çağatay, Ahilik Nedir, s.25.

[21] Topal, Çolak, “Osmanlı Devleti’nde…”, s.403.

[22] Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan…, s.56.

[23] Topal, Çolak, “Osmanlı Devleti’nde…”, s.403.

[24] Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu…, s.406.

[25] Topal, Çolak, “Osmanlı Devleti’nde…”, s.404.

[26] Ülgen, “Ahilik”, s.24.

[27] Topal, Çolak, “Osmanlı Devleti’nde…”, s.405.

[28] Ülgen, “Ahilik”, .24.

[29] Topal, Çolak, “Osmanlı Devleti’nde…”, s.405.

[30] Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu…, ,s.217.

[31] İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.I, Ankara, 2008, s.104.

[32] Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan…, s.102.

[33] F. Giese, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Meselesi”, der. Oktay Özel-Mehmet Öz, Ankara, 2005, s.149-175.

[34] Özbilgen, Uluslar arası Kuruluşunun 700. yıldönümü…, s.548.

[35] I. Melikoff, “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, Osmanlı Beyliği, çev. Gül Çağalı Güven, İsmail Yerguz, Tülin Altınova, İstanbul, 1997, s.153.

[36] Gedik: Osmanlı Devleti’nin, gayr-ı Müslimler üzerinde egemenlik alanı genişledikçe, sanat ve sanatkârlar çoğalıp, Müslüman ve gayr-ı Müslim ayrımı daha fazla sürdürülememiş, bu tebaanın artmasıyla oranlı olarak muhtelif dini kişiler arasında ortak çalışma zorunluluğu doğmuştur. Bu yeni organizmaya “gedik” denmiştir. (Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu…, s.218).

[37] Ülgen, “Ahilik”, s.25.

 

Yorum Yazın

Kitapi üyesi iseniz lütfen giriş yaparak yorum bırakın. Giriş Yap
 
 
 
Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır. Email adresiniz görüntülenmeyecektir. Yorumlardan yazarı sorumludur.

Henüz hiç yorum yok :(


Kodventure Teknoloji A.Ş. hizmetidir.